26 Mart 2012 Pazartesi

Dikkat Menfaat Var


Arkadaş. Ne güzel bir kelime, ne anlamlı. Köküne inersen anlarsın zaten, arka-daş. Arkamızın aynı olduğu, güvendiğimiz kimse. Biz böyle insanlara mı "Arkadaş" diyoruz sizce. Tabi ki hayır. Neredeyse her önümüze gelene arkadaş diyoruz, her yüzümüze gülene, her eğlendiğimiz kişiye arkadaş diye hitap ediyoruz. Çok yanlış yapıyoruz.

Bir insan neden başkalarıyla iletişim kurmak ister, neden bir şeyleri başkasıyla paylaşmak ister? Cevap haliyle basit. Doğamızda var. Peki bu iletişim kurma isteğimizi herkesle aynı anda gidermemiz gerekiyor mu? Anlamadan, bilmeden herkese güvenmek doğru mu? Hayat farklı, hayat hain. Önümüze güzel, eğlenceli ve mutluluk verici görünen onlarca insan çıkartıyor, onları bize süsleyip püsleyip en albenili haliyle servis ediyor. Bizler de karşımızdaki yabancıyı arkadaş sanıyoruz, ama anlamadığımız bir şey var. Arkadaş olmanın da her şey gibi şartları var.

Arkadaş seçerken neleri baz almamız lazım diye sorarsak eğer kendimize, ilk başta hemen güveni görürüz. Güven çok önemli deriz kendi kendimize. Peki ya bu durumu hayata geçirdiğimizde güven bu kadar önemli oluyor mu, yoksa hemen güveniyor muyuz önümüzdekine? İnsanları tanımadan paylaşıyor muyuz sırlarımızı? Menfaatine yarar zamanda yanında olup, menfaati azalınca kaçan insanlara sarılıyor muyuz canımız sıkılınca?

Size de hiç olmaz mı? Güvenip bir şey anlatırsın, sonra bir bakmışsın anlattığın şey herkesin dilinde. Sorunca ben yapmadım der. Ee kim yaptı, üç harfliler mi? Kimi kandırıyorsun ey deli beşer? Hadi bir de anlattığın gibi yaysa amenna. Öylede çıkmaz bire bin katılır, A dersin B yayılır. Sen güvendiğinle kalırsın, saflığına doymazsın.

Pek uzatmıyorum, söyleyeceklerim bunlar. Tek bir şey daha. DİKKAT MENFAAT VAR!

24 Mart 2012 Cumartesi

Yalan Dünyaya Bir Bakış


Şu sıralar düzenli izlemeye çalıştığım az sayıda(!) diziden biri Yalan Dünya. Cuma akşamları şöyle bir gülmek için, biraz kafa dağıtmak için izlemek lazım. Türk televizyonlarında az sayıda kaliteli iş olduğunun herkes farkında, komedi alanındaysa iki tane var diyebilirim. Diğer favorimi daha önce yazmıştım, şimdi cumaların favorisinden bahsedeyim.

Karakterlerin yapısı, oyuncular ve tabi senarist gibi sebeplerle efsane dizi Avrupa Yakasıyla karşılaştırılan Yalan Dünya belki de çok az yapımın başına gelen bir talihsizlikle karşımıza geldi. Selefiyle karşılaştırılması sonucu daha ilk bölümden birçok eleştri aldı. Bu eleştrilerin çoğu "Avrupa Yakası çok farklıydı, bu böyle değil." şeklinde oldu; ama insanların farketmediği bir şey var. Senarist, oyuncu kadrosu gibi sebepler benzer diye yapım selefiyle aynı olmak zorunda mı?

Kim ne derse desin ben şunu söylüyorum. Her anlamda güzel replikler, güldüren performanslar ve komik olaylarıyla Yalan Dünya izlenilbilir ve eğlenilebilir bir iş. Şimdi de bu işe karakterler açısından bakmak ve değerlendirme yapmak lazım. Ana karakterleri sıralarsak;

Orçun: Evin küçük(!) oğlu. Sorunlu ergen. Malesef çakma...Orjinali olan bir karakter olmasına rağmen aslından daha başarılı ve ilginç. Diziyi götüren ana unsurlardan biri.

Açılay: Tam anlamıyla idealist oyuncu tiplemesi. İlginç, hırslı, hevesli bir çatlak. Dizinin rengi.

Deniz: Senarist olmasına rağmen Gülse Birsel'in yerden yere vurduğu, saf bir İzmirli. Bu karakterde Gülse Birsel'in en çok takdir ettiğim yanı kendiyle muazzam dalga geçmesi.

Rıza: Dizinin belki de en gereksiz karakteri. Beyaz'ın soğuk oyunculuğu ve yapay tavırları dizinin olumsuz noktası.

Nurhayat: Ailenin çaçaron gelini. Çok konuşmasına rağmen aşırı sevimli, müthiş ev kızı. Her eve lazım(!) bir hatun.

Selahattin: Çapkın, hınzır içgüveysi. Rol ve tipleme o kadar uygun ki insan izlerken asla sıkılmıyor.

Emir: Çapkın genç oyuncu. Sarp Apak için bir gömlek üstün bir rol.

Çağatay: Kendini beğenmiş, sevimsiz ama kendini izlettiren karakter.

Tülay: Metreslerin kraliçesi. Sesi, endamı her şeyiyle assolist. Gerçek bir oyunculuk üstadı, sevimli, eğlenceli bir kadın karakter. Dizinin hoş simgelerinden biri.

23 Mart 2012 Cuma

Aşık Olmak Kolay, Ya Unutmak?



İnsan aşık olduğunu nereden anlar? Aşık olmak kolay mıdır? Biri için ölmek nasıl bir duygudur? Sizin gibi etten kemikten olan biri için her şeyinizi verebilmeniz size ne kazandırır? Mutluluk mu? Acı mı? Ya da hiçbir şey mi? Bence hiçbir şey. Biri için ölmenin ne demek olduğunu bilemem belki ama, biri için ölmeye yaklaşmanın ne olduğunu çok iyi bilirim. Biri için yaşamdan kopmaya çalışmanın ne acı olduğunu hissetmeyi bilirim. Beynimizin her hücresinin delicesine tek bir varlığı, onu düşünmesini çok iyi bilirim. Aşkı iyi bilirim.

Sevmenin uç noktasıdır aşk. Bütün duygunla, her halinle, her haliyle sevmektir. Yaşamaktır, hissettmektir. Belki de mahvolmaktır sevdiğin için. Hele bir de karşılıklıysa tanrının bir lutfudur. Ya değilse der insanoğlu hemen. İşte o zaman azapların en büyüğüdür. Yer yüzünün ulu cezasıdır aşk. Sevmek, hoşlanmak gibi kelimeler aşkın sadece ufacık bir uzvudur. Aşk ne olursa olsun onu hissetmektir. Azabıyla, zevkiyle, mutluluğuyla maşuğu yaşamaktır. O yüzden ne olacağı hiç belli olmayan bir kayıptır. Gaiptir.

Ya Sevmeye ne demeli? Hani derler ya seversin ama aşık olamazsın. İşte bu da büyük yalandır. Şerefsizliğin gizlenmesidir. Ben demedim mi sanki. Yapmadım mı o şerefsizliği. Çok defa saklandım arkasına. Ama olmuyor. Aşıksan eğer sevmekte, hoşlanmak da haram sana.Kabul etmiyor beynin, istemiyor kalbin. Acıyor, kötü hissediyor, yıkılıyor. Aşık olmak tüm duyguları tek kişiye atfediyor, içeri başkasını sokmuyor, sokamıyor. Sokmaya çalışanı rezil ediyor, yaptıklarına bir pişman edip bırakıyor. Kısacası KAHREDİYOR.

Eee peki aşıksak ne yapalım. Aşkımıza karşılık yoksa, gururumuz varsa ne yapalım. Cevap basit. Hiçbir şey. Hayatın mahvolmuş abi bu kadar basit. Sana haram artık her duygu, sana yasak artık her zevk. Eğer bir his ile bile bir şey yaşamadan onu aldatmış hissediyorsan kendini, git atla desem yeridir. Cezaların en büyüğü demek bence bu duruma kafidir. Ne yaparsan yap gitmiyor, tek çare du a etmek. Deli gibi sevmeyeyim Allahım, aklımı yerine getir demek. Başka hiç bir şey yapamazsın. Sadece kahrolursun. Ölene kadar kahrolursun.

6 Mart 2012 Salı

Bir Saçma Küslük Hikayesi


Çok uzun zaman değil birkaç yıl önce, kardeş dediğim yediğimin içtiğimin ayrı gitmediği bir arkadaşımı gördüm bir alışveriş merkezinde, hatta o merkezin tuvaletinde. Aramızda yaşanan ufak bir tartışma büymüştü o yıllarda. Küsmüştük işte. Ama aşılmayacak gibi bir sorun değildi, yani okullarımız değişmeseydi. Okullar değişti, yeni arkadaşlıklar, yeni dostluklar başladı haliyle. Sonra olur ya "Geçmişten Gelen Haberciler". "Aa canım bilmemneyi hatırlıyor musun? Ah senin hakkında neler dediciler." İşte bunlar bazı nahoş haberler ilettiler, bizde barışma, görüşme işini sonsuza kadar ertelemek zorunda kaldık. Gelelim dün geceye. Ben yemek yediğimiz arkadaşları bekletmemek için aceleyle çıkışa yönelmişken bir anda karşımda arkadaşım bilmemneyi gördüm. Şu çocuğa bilmemne demiyeyim ya ne de olsa bir arkadaşlığımız vardı yani. Adı Sırık olsun. Ben ona öyle derdim eskiden, lakabı gibi bir şeydi. Kapıyla aramda 3 metre bir şey vardı, Sırıkta arkasını dönmüş, birine bir şey söylüyordui beni farketmedi. Bende bir anda iğrenç bir refleksle bir tuvalet kabinine kaçtım. Böyle bir saçmalığı neden yaptım bilmiyorum ama resmen içgüdü oluşmuş. Düşünmeden girdim kabine beklemeye başladım. Bir süre sonra kendime geldim. Ne yapıyorum ben? Diye düşündüm haliyle. Kabinden çıktım, bir baktım Sırık hala orda. Çeşmelere gittim elimi yıkadım, baktım tanımadı. Öhö artık dedim yani. Kaç kere bizde kaldın, az mı sabaha kadar bilgisayar oynadık, yazlığa bile geldin, en yakın arkadaşım filan ne oldu onlara. Bir kaç salağın dolduruşuna geldik diye tanımamak ne oğlum? Diye saydırıyorum arkadaşa içimden. Bu hiç beni görmüyor bile, arkadaşıyla çıktı dışarı gitti. Ben kendi kendime sinirlendim, gittim arkadaşların yanına. Hepsi başladı haliyle "Nerede kaldın be oğlum iki saattir?", diye. Ben de oturdum sipariş vermek için tam garsonu çağırıyoruz, bizim Sırık ve arkadaşı geldiler. Biz 4 kişiyiz, bir de arkadaşın beklediği çocuklar var 6 kişi olacaktık. Meğer arkadaşın beklediği çocuklar Sırık ve Arkadaşıymış. Bu geldi sırayla hepimizle tokalaştı, bana geldi bir durdu. Ben direkt Sırık dedim artık, aynı masada yemek yiyeceğiz ne de olsa. O bana baktı, mal hala tanıyamıyor. Sabri oğlum Sabri, tanımadın mı?, dedim. Valla tanımadım ya. Aklıma geldi ama emin olamadım, ne değişmişsin, diye gülmeye başladı. Bende gülerek oturdum masaya. Aslında alt tarafı 3 sene filan geçmiştir ama tanımaması biraz abartı. Belki şapka yüzündendir deyip üstelemedim. Siz tanışıyor musunuz? Nasıl geçti yıllar? Neler yaptın? Sorularıyla siparişleri verdik.
Konuşurken laf lafı açtı, konu eski sınıfa geldi. İşte geçirdiğimiz günlerden, ne eğlendiğimizden filan bahsettik. Aslında ben seni arayacaktım da, Aslında ben seni Face'den silmeyecektim de, Aslında abarttık küçücük bir şeydi bak kaç yıl sonra karşılaştık da'lar havada uçuştu. Bizim eski okulda Sırık ve Benim samimi olduğumuz iki kişi daha vardı. Bunlara Şopar ve Maymun diyelim. Şopar ve Ben aramızdaki bağı kopartmadık. Samimiyetimiz devam etti. Ben ve Sırık küsünce Şopar benim yanımda, Maymun Sırık'ın yanında kaldı diyebiliriz. Klasik tayfa bölünmesi. Bu olaydan sonra Şopar ve Maymun'da kavga ettiler. Herkes kendi yoluna dağıldı. Şopar ve Ben hiç Sırık ve Maymundan söz etmeden arkadaşlığımıza devam ettik fakat karşı cephede öyle olmamış. Bu Maymunun kız arkadaşı olacak Kevaşe, zamanında bizim hakkımızda bir şeyler uydurmuş, Maymun'da kızın gerçek yüzünü çok sonra görmüş, arayamamışlar filan. Yani bizim koskoca arkadaşlığımız bir Kevaşenin yalan yanlış doldurması yüzünden bitmiş. Ben bunları öğrenince Maymunada Kevaşeyede baya bir sövdüm haliyle. Resmen kız bana uyuz olduğu için sallamış ta sallamış. Bütün bunlar anlaşılınca biz de birbirimize yeni telefonlarımızı verdik. Bizim dörtlü arkadaş grubu toplanınca onlarıda çağıracağımızı söyledik. Durum biraz gecikmeli (3 yıl kadar) olsa da çözüldü.

Yaptıklarımız ve Yapamadıklarımız


Bugün yaptığım ve yapamadığım şeyleri düşündüm. İnsan şöyle geçmişe bir bakar ya, of neler neler kalmış arkada. Ne hüzünler, ne mutluluklar, kırgınlıklar, nefretler. Sonra düşünüyorum acaba çok hata yaptım mı? Cevabı hemen buluyorum. Evet yaptım. Her insan kadar, belki daha fazla. Düşünüyorum yine. Pişman mıyım acaba yaşadıklarımdan, duygularımdan, kızgınlıklarımdan, nefretlerimden, aşklarımdan, düşmanlıklarımdan, aşklarımdan, sevgilerimden, hüznümden, mutluluğumdan? Oturduğum odada şöyle bir etrafa bakıyorum, kendimi toplamak için. Cevap yine pek bekletmeden geliyor. Değilim. Sonuçta ne yaşadıydam ben yaşadım, niye pişman olayım ki. Her şeyi elimle yaptım diyorum. En doğrusu bence böyle, kim ne derse desin. Aklıma sorular hücum etmeye devam ediyor sessiz sessiz. Daha mutlu olabilir miydim? Daha iyi olabilir miydim? Daha korkusuz, daha sevecen ya daha ilgili? Olamazdım her halde. Aslında bilemem ki, sonuçta varsayımlar yalandır. Çoğu gerçekleşmez.